Contact: Film İncelemesi
Tarih: 4 Eylül 2021
Bilim kurgu eserlerini en basit şekilde sınıflandırmaya çalıştığımızda iki farklı sınıfa ayırabiliriz. Bunlardan bir tanesi yüksek teknoloji sayesinde yapılabilen aksiyona ve maceraya odaklanırken, diğeri ise bu teknolojinin beraberinde getirdiği felsefi sorulara odaklanmaktadır. Robert Zemeckis tarafından yönetilen, 1997 yapımı “Contact” filmi bu iki kategori arasında daha çok felsefeye ve düşündürmeye odaklı bir filmdir. Filmin konusuna bakacak olursak; küçüklüğünden beri radyo akımları ve uzayla ilgili olan Eleanor Arroway, tarihin en büyük keşiflerinden birisi olan “Uzayda yalnız mıyız?” sorusuna cevap arayan bir bilim insanıdır. Film, Vega isimli yıldızdan gelen bir çeşit mesajı yakalamaları ile başlar ve sonrasında gelişen olayları anlatır. Film, genelde çok güzel bir şekilde bir araya gelemeyen üç kavramı ele almaktadır. Bu kavramlar; bilim, siyaset ve inançtır. Şimdi yaşadığımız dönemde çok cesurca gözükmese de o dönem için aslında benzerine az rastlanan bir filmdir. O zamanın eleştirmenleri o dönemin Hollywood sinemasını genellikle “ Kibar bir akşam yemeği etkinliği gibi: Politika ve din konularını getirme” şeklinde tanımlar.
Aslında film son yönetmenine gelmeden önce çeşitli yönetmenlere gitmiştir.
Godfather serisi ve Apocalypse now ile tanınan Francis Ford Coppola’dan, son zamanlarda ismini Mad Max: Fury Road ile tekrardan gündeme getirmeyi başaran George Miller’a gittikten sonra, o dönemin en parlak yönetmenlerinden birisi olan Back To The Future ve Forrest Gump ile bir kez daha kendi isminden söz ettirmeyi başaran Robert Zemeckis’e gidiyor. Ancak Zemeckis şu anda bu filmin belki de konuşulmasının asıl sebebi olan şartını sunuyor ve “Final Cut Privilege” istiyor. Bu final cut ayrıcalığı , film dağıtıma çıkmadan önce son olarak kendinden geçmesine sağlayan bir haktır. Kulağa o kadar büyük bir olay gibi gelmiyorsa bile aslında çok büyük bir olaydır. Kısaca açıklamak gerekirse, sinemanın para kazanmaya başlamasından beri büyük stüdyolar yönetmenlerin filmlerinin son hallerini değiştirip “sinemada daha çok para kazanacak” bir hale getirmeye çalıştırmaktadır. Filmlerin bu versiyonuna “Theatrical Cut” denmektedir. Ve çok az film aslında tamamen yönetmenin istediği gibi olma ayrıcalığını kazanmaktadır. O zamanki isminin getirdiği ün sayesinde Zemeckis stüdyolardan bu ayrıcalığı almayı başarmıştır ve filmin dağıtıma çıktığı halini tamamen kendisi belirlemiştir.
Filmin en güzel yanlarından birisi ise filmin “Hollywood bilimi” kullanmıyor olması.
Filmlerde görmeye en çok alışkın olduğumuz şeylerden bir tanesi normalde yıllar sürecek araştırmaların birkaç gün içerisinde yapılmasıdır. Ve bu olay, bilim ile uğraşan bir insana çok komik gelebilmektedir. Mesela örnek vermek gerekirse geçtiğimiz dönem içerisinde, ben endüstriyel su arıtma ünitesi tasarımı ile bir sene uğraşmış iken bazı filmlerde zaman yolculuğunu insanlar birkaç gün içinde bulabiliyor. Bu filmin en güzel yaptığı şeylerden birisi bu konudaki zaman akışını çok iyi ayarlayabilmesi. Filmde yapmak istedikleri proje için yatırımcı ararken bile 13 ay kaybederlerken başrolde olan Arroway filmde gerçekleşen keşfi yapabilmek için tüm ömrünü harcıyor. Bu sayede film, temposunu kaybetmeden komik duruma düşmemeyi de başarıyor. Ancak bu başarıyı yönetmenleri Zemeckis kadar, filmin uyarlandığı kitabın yazarı olan ve tarihin en büyük bilim insanlarından birisi olarak görülen Carl Sagan’ a borçlular.
Carl Sagan’ ın yaşamını incelediğimiz zaman ilk fark edeceğimiz şeylerden bir tanesi, yarattığı başrol karakterinin aslında kendisine ne kadar çok benzediği olur. Örnek vermek gerekirse Sagan da tıpkı Arroway gibi çocukluğundan beri yıldızlara takıntılıdır ve hep filmde Arroway’ in sorduğu soruları sormaktadır. İkinci Dünya Savaşında Nazilerin İngiltere’yi V2 Roketleri ile bombaladığını öğrendiğinde bile aklına gelen ilk soru “O roketlere insan yerleştirerek uzaya gönderebilir miyiz?” olmuş. Carl Sagan’ın, yaşamın başlangıcı ve astrobiyoloji gibi konularda da çok önemli çalışmalarda bulunmuş olmasına rağmen kendi adını astronomi ile anılmasını sağlamış olmasının sebeplerinden birisi de o çok karmaşık görünen uzay konularını Pale Blue Dot(Soluk Mavi Nokta) ve Cosmos gibi muhteşem eserlerle bizim bile anlayabileceğimiz bir seviyede anlatabilmesi ve bize uzayı daha ulaşılabilir göstermesidir. Ne yazık ki filmin sonunu göremeden 1996 yılında vefat eden Carl Sagan, film çekilirken gördüğü gidişattan çok memnun kalmış olacak ki, tam istediği gibi gittiğini belirtmiştir.
İnsanların uzaya olan ilgisinin dalgalı olduğu ve inişe geçtiği dönemlerde Contact ve benzeri filmler ve eserler, uzay çalışmalarının devam edebilmesi için çok büyük rol oynamaktadır.
2013 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin cumhuriyetçi kanadı NASA’ya yaptıkları yatırımları gereksiz görüp NASA’yı internet sitesini bile kapattırcakları bir hale getirdiklerinde, o dönemde yapılan Gravity ve Interstellar gibi filmler insanların uzaya olan ilgisini yenilemeye ve NASA’nın bulunduğu durumu fark etmelerine yardımcı olmuştur. O yüzden sinemanın bilim üzerinde etkisini görmezden gelmek mümkün değildir.