SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAMAK MÜMKÜN MÜ?
Tarih: 25 Nisan 2021
Dünya, ihtiyaç duyduğumuz tüm kaynakları bize sunan mavi gezegenimiz.
İnsanoğlu üzerinde yaşadığı gezegenin su kaynaklarından, yer altı zenginliklerinden, enerjisinden yararlanarak yaşamını devam ettirmektedir. Peki, süregelen bu durum devam edecek midir? Bu sorunun cevabı elbette dünya kaynaklarının sürekliliğine bağlıdır.[1]
Dünya nüfusunun artması ihtiyaçların artması anlamına gelmektedir. Üretim de ihtiyaçları karşılayabilecek düzeyde arttırılmalıdır. İnsanoğlu, yaşamına devam edebilmek için üretmeye ve tüketmeye devam etmek zorunda olduğundan; bu faaliyetlerini sürdürülebilir hale getirmelidir.
Sürdürülebilirlik kavramı; günümüz insanlarının haberlerde, internette, alışverişte, sürekli duyduğu ve günlük hayatının bir parçası haline gelmiş belki de artık duyarsızlaşmaya başladığı bir terimdir. Kimilerine göre belki bir lüks kimilerine göre yaşam biçimi.
Farklı tanımlara sahip olan sürdürülebilirlik genel anlamda, ekolojik sistemin çeşitliliğinin ve devamlılığının sağlanması olarak ifade edilebilir. Sürdürülebilirlik; ekonomik, sosyal ve çevresel olarak üç temel üzerinde dengede durmaktadır [2]. Nüfusun artması ve insanlığın gelişmesine paralel olarak ilerleyebilecek ekonomik büyümenin sağlanması gerekir.Bu büyümenin dezavantajlı grupların desteklenmesi ile birliktelik içerisinde gerçekleşmesi, ayrıca büyümeyi sağlarken kaynakların korunması ile atığın azaltılarak doğaya verilen zararın önlenmesi sürdürülebilirlik dengesini oluşturur. Dünyanın mücadele içerisinde bulunduğu günümüzün en büyük sorunları olan nüfus artışı, kirlilik ve yoksulluk bu kavram ile birbirlerine bağlıdır.
Sürdürülebilirlik kavramı, Endüstri Devrimi’ nin ardından hızla artan sanayileşmenin beraberinde getirdiği çevre sorunları sonucunda ortaya çıkmıştır. Sanayileşme ile üretim artarken oluşan atıkların kontrolsüz artması kirliliklere neden olmuştur. Hava, su, toprak, gürültü kirliliği ve elektromanyetik kirlilik ile doğal dengeyi bozmaktadır. Örneğin gündemde olan hava kirliliği; azot oksitler, kükürt oksitler, asidik gazlar ve ağır metaller gibi kirleticilerin emisyonu atmosferde kümülatif bir kirlilik oluşturmaktadır. Hava kirliliğinin en geniş kapsamlı etkilerinden biri de küresel ısınmadır.
Küresel ısınma atmosferde doğal olarak bulunan sera gazlarının insan eliyle artması ve sonucunda sera etkisinin artarak Dünya’ nın ısınması anlamına gelmektedir. Atmosferde doğal olarak bulunan su buharı, karbondioksit ve metan gibi gazlar; Güneşten Dünyamıza gelen güneş ışınlarından bir kısmının yansıtılarak geri dönüşünü engeller ve Dünya’ nın yaşanılabilir bir sıcaklıkta kalmasını sağlar.
Bu gazların emisyonunun artması ile atmosferdeki miktarlarının artması hapsedilen ışının birikmesine neden olmaktadır. Bunun sonucunda kıtaların ve okyanusların sıcaklığı yükselmektedir. Bilindiği üzere küresel ısınmanın nedeni sera gazlarının artmasıdır.
Emisyonu en fazla olan sera gazı karbondioksit olduğu için bu gazlarının emisyonu ve atmosferdeki miktarı genelde karbondioksit eşdeğeri(kg.CO2) olarak ifade edilmektedir.
Yıllar içerisinde sera gazı emisyonu artan bir ivme ile devam etmiştir [3]. Bu emisyonların nedenleri arasında sırasıyla; elektrik ve ısı üretimi, tarım ve ormancılık, endüstri, ulaştırma ve diğer kaynaklar sayılabilir [3].
Bu kirlilikler insanların, şirketlerin ve ülkelerin etkileri ile oluşmaktadır. Bu etkilerin ölçülebilmesi için farklı yöntemler vardır. Bunlardan ikisi ekolojik ayak izi ve karbon ayak izidir. Ekolojik ayak izi, bir kişinin yaşamı boyunca ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için gereken alanı tanımlar. Bu kapsamda ihtiyaç duyulan tarım arazisi, su kütlesi, orman, otlak ve balıkçılık gibi farklı alanlar mevcuttur. Bu bilgiler ışığında, tüm insanların gelişmiş ülkelerdeki ayak izine sahip olması; Dünya kaynaklarının yetersiz kalacağını gözler önüne sermektedir[4].
Bir diğer ölçüm yöntemi ise karbon ayak izidir. Bu yöntem de kendi içinde iki alt başlığa ayrılır. Birincil ayak izi, gerekli enerji için fosil kaynakların kullanımından doğan karbondioksit emisyonu iken; ikincil ayak izi ise doğrudan ve dolaylı tüm faaliyetler sonucu ortaya çıkan emisyonun ölçüsüdür.
Emisyonların artması ile doğal dengenin bozulması, insanları bu yönde önlem almaya yönlendirmiştir. Bu konuda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, Kyoto Protokolü, Paris İklim Zirvesi ve AB Çevre Politikaları gibi adımlar atılmıştır. Tüm bu çalışmalar ile karbon emisyonunun azaltılması, atık yönetimi ve temiz teknolojilerin geliştirilmesi yolunda ilerlemeler kaydedilmektedir.
Ülkeler ve şirketler için sürdürülebilirlik çalışmaları devam ettirilirken bu konuda üstümüze düşen sorumluluğu yerine getirmek hepimizin görevidir. Günlük yaşantımızda, tüketimimizi ve atıklarımızı azaltarak kaynaklarımızı koruyabilir; yeşil yakalı olarak sürdürülebilirlik bilincinin artmasına katkıda bulunabiliriz.